Güneşin Batışını Bilmeyen Zavallı
Yorgunluğun ve hayattan bıkmışlığın silinmez izlerini taşıyan yüzü, tekerlekli sandalyesinde dünyanın güzelliklerinin kendi ayağına gelmesini bekliyormuşçasına onu sevenlerden uzak bir yaşam sürmekte inat ediyordu. Sevginin anlamını keşfetmenin verdiği hazdan yoksun olduğunu daha yeni yeni idrak etmeye başlıyordu. Büyük mutluluklar, erişilmez hedefler, koşulması gereken maratonlar onun yaşamının kısır döngüsüy- dü. Öylesine vazgeçmiştiki kendinden, benliğinden, taşıdığı yüce duygulardan, artık izlemez olmuştu güneşin batışını, bir ömür boyu duymadığı martıların kanat çırpışlarını duymak için küçücük heves beslemiyordu artık izinde.
Seveni var mıydı, ya da sevgi kırıntılarını içinde bir asır önce ezmiş miydi, kendisi bunları düşünmekten çok uzaktı, Büyük hedefler ondan çok şeyler alıp, geride bir yıkıntı, harebelerin içinde can çekişen bir insan ruhu bırakmıştı. Küçük mutluluklar, hayatın o erişilmez tadları boş hevesti onun için. Gökyüzünün göz kamaştıran maviliğinin, derinliğinin yansımasına izin vermemişti,gönlüne. Makineleşmiş olduğunun , gülmek , küçük tebessümle bir an için dahi olsa yüzünü kaplamasına izin vermemişti tüm gençliği boyunca. Para, hırs ve diğer hayat kailelerinin içinde bir yardım eli isteyecek kar cesareti yoktu. Boğulmanın, gerçek anlamda nefes alamamanın ağırlığının omuzlarına yüklendiğinin adeta farkına varmamak için çaba sarfediyordu.
Hayatın ona karşı acımasız olduğunu düşünüp, hayatın kendisine anı yaşamak için fırsat vermediğine inanıyor, ancak kendini böyle avutuyordu. Belki tekerlekli sandalyesinin hayatının son günlerini pencere kenarına, gün ışığına çıkarır, evinin önündeki tüm doğayı içine çeker, mutluluğun ilk ve son kez drein anlamına varır diye bekliyordu. Yalanların üstüne acımasızca basıp ezdiği içindeki sevgi tomurcuklarını bir kez olsun sular da izin verirdi böyle solmalarına, büyüyüp ufuğa ulaşmalarına. Yaşamın hiçbir döneminde böyle olmamıştı aslında, izin vermemişti ruhunun güzelliklerinin tek barınağı olmasına, gönlü karalar giymişti, o sebep olmuştu renklerin cirit atmamasına kalbinde. Ruhunu hapsetmişti, demir parmaklıklara çırpınır durur du ruhu bir yapraktakiçiğ tanesindeki renklerin göz kırpışını seyretmek için, can atardı içinden gelircesine şarkı söyleyip, mutluluğun onu çabuk bulutların üstüne çıkarmasını. Ama şimdi yoktu ruhun soğuk kafesinin içinde. Hapsedilmişti son nefese kadar bu kuvvettir can dostu olduğu yerde.
Son nefesin bir kurtuluş mu, bir son mu ya da bir başlangıç mı olacağından habersiz, hayatında ilk kez huzurla uzandı yatağına, Kekeleyerek şu kelimeler döküldü ağzından. Eğer bir daha yaşasaydı, ayakkabılarla dolaşmaz yalın ayak basardı bahar toprağa. Üzmezdim kendimi, hayali dertler gerçek sorunlarım olurdu. Güneş batışının er rengiyle ziyafet çekerdim ruhuma. Eğer bir daha gelseydim dünyaya ben,"ben" olarak yaşardım, salardım ruhumu enginlere. "Ama şimdi biliyorum ki ... "
Aslı Üner ('97), Duvarın Ardındakiler Derlemesi, 1997